26.12.2014

kan, panayır, sevda ve ayna


             
                  büyük kan ödlekliklerinde titriyor adımları kalbimin,
                  zehrimin o zehre bulanan ellerinde.
                                               yabancısıyımdır kadınlarının marsilya’ nın
                                               yabancısı ödlek kan tutuşlarının
                                                               kollarında zenci kollarının…

                  sanıyorum ki,
                                               büyüktür yıkımları o kentlerin,
                                               zavallısı muhteris çocuk düşlerinin.
                                               tümünden panayıra bulandı göğüslerim,
                                               tümünden on beş frank korkalığındadır kalbim
                                                               en olmadık anlarda tekliyor…

                nefretim mahzun sevdalara mı yenilişim,
                                               yoksa sabahlara mı bulanışı şiirlerimin
                                               hangi kadın adı uyuyor şimdi yanıbaşımda?
                                                               neden sabahlara dolaşıyor isimleri
                                                               o bildiğim üstü çizik satılarımdan
                                                               kaçıp kaçıp bana koşuyor…

                öfkesinde o köpüklü aynalarının,
                                               kasım' ın ıslığından kaçar gibi
                                               bütün bir şehri peşime takıyorum.
                                                               
                işte, yalanlarım en büyük yalanları inananların
                                               sabahlara karşıları bir çocuk haykırıyor içimi
                                                               sesine sarılıp sarılıp öfkeleniyorum...

19.12.2014

hôtel la nuit



aralıkta,
                st.louis’ de,       
                                  yağmur, sanki bir çıplak camlarıma dokunan,
                                  yağmur, sanki bir yalnız senden bana uzanan.

                st.louis’ de,
                                  hôtel la nuit’ nin camları
                                  küskün ve sabahı ayıplayan bakışlarıyla
                                  bir yağmur tembihine kandırıyor beni, gece yarısı
                                  bütün bir yağmura karışır gibi dizlerime çöküyorum.

                st.louis’ de,
                                  yağmur, sokak lambalarından alaycı bir bakış atıyor gözlerime,
                                  sarı ve kırık beyaz bir ışıkta alay konusu oluyorum.


15.12.2014

kar mevsimleri

neden bulutları griye çalıyor gökyüzünün?
                içimi pataklıyor ayıp ve günahları bu şehrin,
                oysa, ben en yabancısı değil miyim kendimin
                ve en başka sözleri o mahur düşlerin?
kar mevsimi zamanı geldiğinde
                bütün bir telaş nasıl dolanıyor ayaklarıma
                içimde neden bir ürkek çocuk meydanlarına koşuyor şehirlerin
                ve neden kanlar akıyor burnumdan?
sanki, kar mevsimlerinde siz sokakları boşaltır
                                                               evlerinize kaçarmışsınız,
kanıma kalırmış sokaklar,
                mavi bir orkestra sırtlayıp sokakları pataklarmışım.

on dört eflatun çiçeği


büyük bir yanılgıdır bazen suyu
                                               ayazın,
avuçlarına dolan yağmur taneleridir
                                               gökyüzünün.
                sokakları boş o şehirlerin,
                yitip gitti gençleri,
                gözlerindeydi sevdaları,
                               şehvetleri boyadıkları kırmızıya.
                şimdi, yüzlerindedir bütün renkleri şehvetlerinin,
                               kırmızı kanar geceleri
                               on dört eflatun çiçeği,
                               kan hep kırmızı kanar. 

babil kervanı varyasyon 4

kaç gece çığlıklarınızla uyudum,
kaç sabah rüyalarım yakamda uyandım, bilmeyeceksiniz.

mavi ve ıslak bir düşten uyandım,
yağmurları bileklerime yağan bu sonbahar
                bir yabancı gibi durur gözlerimde,
                bir yabancı ayrılıktır şimdi yağmur.

hatırlarsa eğer,
                o büyük kahrolmuşluğumu alt katlarında şehrin,
                ve tutuştuğum ateş kavgalarını hep sokaklarından kaçtığım,
                mavi ve eğreti bir sonbahar şimdi bu büyük kahroluşum.

dünlerden sonra kapılarına kapandı dizlerim,
                ellerim bir sevgi telaşı ile göğe açıldı
                               sonbahar,
                               gene kasıklarımda dolanıyor sızısı. 

13.12.2014

Sait Faik Abasıyanık - Birinci Mektup



Bir dakika evvel, elimde kalem kağıt yokken, seninle konuşuyor, sana yazıyordum. Elimde kağıt kalem olmadan yazı yazdığımı söylediğim halde senin karşımda olmadığını söyleyemedim. Şunu bir şair yahut deli kafasının bir tuhaflığı say! Sen karşımdaydın. Bunu söylemek güzel bir şey değil, değil ama galiba samimi. Bütün benim gibiler sevgililerinin karşılarında imiş gibi olurlar; sürüden ayrılır mıyım?

                Demin sensiz, kalem kağıtsız, seninle ve kalem kağıtla gibi, oturup birçok şeyler konuştum, yazdım. Bu yazdıklarımın, konuştuklarımın çoğunu beğenmiş olacağım ki, kalktım. Kalem kağıt aradım. İşte, oturdum yazıyorum.

                Senden bahsetmek istemem. Zaten bahsedecek ne var ki? Hulâsası:
                Ben sana hayran, sen cama tırman!

                Ne de kendimden bahsetmek istiyorum. Ne senden, ne kendimden söz açmadan olur mu? Olmayacağını tahmin edersin. Sana bu sıralarda başımdan geçenleri hikâye edeceğim.
                Birtakım şeyler var ki, başkalarına anlatıldığı zaman onlar üstünde hiçbir tesir bırakmıyor. Halbuki aynı şeyler, bende neler yapmamıştı?.. Evet, onlar mühim şeylerdi. Nitekim karşımızdaki –yani o şeyleri anlattığım insanlar- bunların dinlemeye ancak değer olduklarını bana ihsas etmişlerdi. Ne edeyim? Sanki bunları sana anlatırsam bana yaptıkları tesiri sana da yapacaklar. İşte, bu yüzden sana anlatmağa kalkışıyorum.

                Bunlar benim yazıcılık hayatıma, bugünlerde serserileşen hayatıma ait ufak tefek şeyler. Senin, sevgilim, yazıcıları eskiden sever gibi bir halin vardı. Benimle sıkı fıkı olunca bu geçti gitti. İyi de oldu. “Hepsi böyledir bunların” dersin. Böyle olmasak, neye yarar! Senin patronun, yani sevgilin güzel heriften ne farkımız olurdu? Yanlış anlama! Ben sana insanları sevdiğimi hem söyledim, hem yazdım. Bu insanları sevmek sözü hayali bir şey değildir ama galiba biraz nazari… Yoksa öyle insanlar var ki, kafasından tutup koparmak aklımdan geçmese bile, başka bir insanın aklından geçerse, bunu da yaparsa, ben nihayet bir yazıcıdan başka bir şey olmadığım için mazur görürüm. Yine öyleleri var ki, yanlarına sokulmak zehirlenmekle eşittir. Öyle insanlar tanıdım ki son günlerde… Allah seni korusun!

                Bir türlü asıl anlatmak istediklerime gelemiyorum, hakkım da var. Hakikatten fazla ilgi uyandırıcı şeyler değil… Şöyle bakıyorum da… İnsanların başından geçenlerin, hele benim gibi saf olanlarının… Bu saf kelimesini emin ol ki, bir övünme için söylemiyorum. Övünsem, hem senin karşında övünmek istesem, bu içinde aptallığın, temizliğin bağdaştığı “Saf” kelimesini kullanmazdım. Hem zeki, hem temiz bir adamım, derdim. Ne kaybederdim? Doğru söylemek için kendime, saf, dedim. Saf mı, değil mi? Sen bunu pekâlâ bilirsin. Ara sıra kurnazlıklarım olduysa da bunları sana daha yakın olmak için yaptığımın farkına varmamana imkân yok. Onları anlatmamı istemezsin elbet… İstersen anlatayım? Yukarıda ne diyordum: Hele benim gibi saf olanlarının… deyip kalmışım. Unuttum gitti. Mühim bir şey değildi.

                Şu yukarıdaki satırları yazdıktan sonra, bir zaman elimdeki kağıdı bırakıp, yine yazmadan düşünmeğe koyuldum. Bu iş, düşünmek işi, bana şu yazı yazmak işinden daha kolay geliyor.

                İnsan düşünürken güzel cümleler yapıyor, ne iyi fikirler hatırına geliyor, ne meseleler hallediyor. Bazen cümle yapmadan düşünüyorum. Bazen cümle yapıyorum. Bu cümleler tam benim istediğim, yazmağa savaştığım şeyler. Halbuki, düşündükten sonra yazmağa koyulduğum zaman aynı cümleleri, yani o zaman beğendiğim cümleleri, hatırlamıyorum bile… Yazmanın çok enstantane bir düşünce olduğunu biliyorum. Onu söylemek istemedim. Farzet ki, bir kırdasın. Cebinde kalem kağıdın yok. Yazı yazmayı kurmuşsun. Eve gidince şöyle bir şey yazayım demiş, düşünmeye dalmışsın. İşte bu anları kastediyorum.

                Galiba düşünürken bir şekil vermeye çalışmak yok da, onun için düşündüğümüz, yazar gibi düşündüğümüz şeyler bize güzel geliyor. Yoksa hakikatte de güzel değildir onlar. Çünkü şeklin bulunmadığı yerde, bütün düşünceler, sanki şekil varmış gibi, -önceden, çok önceden varmış gibi- bir başka dünyadadır. O dünyada kelimelerin, cümlelerin ne grameri, ne de bu gramer içinde muhtevaları vardır. Çırılçıplak, mücerrette, insana güzel gibi gelen, foyasını ancak gözle görülür şeklin içinde belli eden bir alemdedirler.

                Neler söyleniyorsun deme, ne olur? Sana şunu kabul ettirmeğe çalışıyorum. Yazı yazmak da fiziki bir yorgunluk veriyor. Yalnız kafam değil, onu geç, bak kolum da yoruldu. Bana çalışmıyorsun diye kızma! Bak marangozun bir konsol yaptığı zaman duyduğu yorgunluğu duymadımsa alçağım! Demek ki çalışıyorum. Memnun musun?

                Sana bahsetmek istediğim şeylerin hiç birinden söz açamadığım için beni affet! Yazıya başlarken aklıma gelen hikâyeleri unutmazsam bir gün sana yazar, başkalarına okuturum.

                Mektubun sonunda bir yerinden öpmek âdetini ben de unutmuyorum.

                Hep getirip getirip işi buraya dökmek için çalıştım.

Frank O'Hara - Mayakovsky


Mayakovsky
İngilizce Aslından Çeviri: Ali Faik Anayurt

1
kalbim titriyor!
küvette öylece durup ağlıyorum. anne, anne
kimim ben? eğer, bir kereliğine olsun geri gelecekse,
kaba saçları şakaklarıma değerken öpecekse yüzümden,
bu beni çarpıyor!

sonra kıyafetlerimi giyebilirim, sanırım,
sokaklarda bile yürüyebilirim.

2
seni seviyorum. seni seviyorum,
ama, mısralarımda buluyorum kendimi
ve kalbim bir yumruk gibi kapanıyor.

kelimeler! tıpkı benim gibi hastalanın,
bayılıp, gözleriniz devrilsin, bir araya toplanın,

ve ben,
bakışlarını kaçırana dek yaralanmış güzelliğime bakacağım,
ki, şiir için salt en iyi yetenek de budur.

yapamam lütfen, ne aklını başından alabilir
ne de elde edebilirim.
ne romantik!
ve berrak su koyulaşır,

kafasında kanlı yumruklarla.
bir bulutu kucaklıyorum ama,
yükseliğimde yağmurlar yağdı.

3
çok tuhaf! göğsümde kan var, ah evet,
tuğlalar taşıyordum, ne tuhaf bir yer
delinmek için.
şimdi tuba ağacının üzerine yağmur yağıyor
pencere kenarına çıktığımda
altımda kalan yollar beni tutkulu bir kaçışa sürüklüyor
dumanlı ve pırıl pırıl
yapraklara sıçrıyorum, yeşil sanki bir deniz.

4
şimdi sessizce kişiliğimin yıkımını bekliyorum
tekrar güzel görünmek için,
                          ilgi çekici ve modern.

şehir boz, kahverengi ve beyazıyla ağaçlar,
karların ve gökyüzünün gülüşü;
hep bir eksiltir; neşeden
kasvetten ve bozdan.

yılın en soğuk günü olabilir, acaba,
o bu konuda ne düşünüyor? yani, ben ne düşünüyorum?
eğer düşünüyorsam belki, tekrar kendimi buluyorumdur.

                                                 Frank O'Hara

12.12.2014

dövünün geliyor atlılar



dövünün geliyor atlılar
hey hey hey
suyu kora yormuşlar
hey hey hey
dövünün geliyor atlılar
hey hey hey
ellerinde kanlarla
hey hey hey
beş bin kelle almışlar
hey hey hey
...
ninemin adı leyla
hey hey hey
dedemin adı mahmut
hey hey hey