Yabancı
Jerome David
Salinger
Colliers, Aralık
1945
Çeviri: Ali Faik
Anayurt
Evin kapısındaki
genç ve sivri dilli hizmetçi etrafını yarım yamalak süzdükten
sonra genç adama neredeyse saldıracakmış gibi ''Kimi görmek
istiyorsun?'' diye sordu. Genç adam ''Bayan Polk.'' diye cevap
verdi. Aslında, megafondan kimi görmek istediğini tam dört kez
söylemişti zaten.
Megafonu ve kapıyı
açacak herhangi bir aptalın olmadığı bir günde gelmeliydi.
Belki de, sırf şu bahar nezlesinden kurtulmak için kendi gözlerini
oyup çıkarmayı düşünmediği bir günde gelmeliydi. Belki de...
Belki de hiç gelmemeliydi... Kız kardeşi Mattie' yi alıp doğruca
onun şu çok sevdiği yağlı chop suey restoranlarına götürüp,
ardından doğruca güzel oyun izleyip sonrasında da doğruca bir
trene atlamalıydı -karmaşık duygularını dışarıya vurmak için
bir kez bile durmayacağı, onları yabancılara kakalamadan
gidebileceği bir trene. Yahu, belki de bu aptal gibi gülünecek bir
şey değildi, arkana yaslan ve terk et.
Hizmetçi, genç
adama doğru bir adım attı, Bayan Polk' un tekneye gitmiş
olabileceğine ya da gitmemiş olabileceğine dair bir şeyler
mırıldandı, gözleri kıpkırmızı olmuş genç adam ve
beraberindeki uzun bacıklı küçük kız daireye girdiler.
Yeni evlenmiş
çiftlerin tutacağı tarzda çirkin, pahalı ve küçük bir New
York dairesiydi. Muhtemelen çiçeği burnundaki gelinin ayağı son
emlakçıya geldiklerinde onu öldürecek hale gelmiştir. Ya da
kocası koluna taktığı saat ile gelinin dikkatini dağıtmıştır.
Genç adam ve küçük
kızın beklemeleri söylenen odada bir tane Morris sandalyesi ve
gece çiftleşmiş gibi gözüken okuma lambaları vardı. Ama, yapay
şöminenin üstünde birkaç tane güzel kitap da vardı. Genç adam
bir an için Rainer Maria Rilke' yi, The Beautiful and
Damned' ı ve Jamaika' da Bir Fırtına' yı kimin
olduğunu, onlara kimin ilgi gösterdiğini merak etti. Vincent' in
kızına mı aittiler, yoksa Vincent' in kızının kocasına mı?
Aksırdı ve içinde
büyük bir ilgiyle taş plak yığınlarına doğru yürüdü, en
üstteki kayıdı aldı. Bu eski bir Bakewell Howard' dı
-Howard' ın reklamlara gitmeden önceki zamanlarından- Fat Boy'
u pikaba yerleştirdi. Kimdi bunların sahibi? Vincent' in kızı mı
yoksa Vincent' in kızının kocası mı? Plağı tersine çevirip
sulanmış gözlerine doğru getirdi, kaydın üstündeki kirlenmiş
beyaz etikete baktı. Etiketin üstünde yeşil mürekkeple yazılmış
bir nevi kişisel bilgiler ve uyarı vardı: Helen Beebers –
202. Oda, Rudenweg – Dur hırsız!
Genç adam arka
cebinden mendili çıkarıp bir kez daha sümkürdü. Sonrasında bir
kez daha plagın Şişman Çocuk bölümünü çevirdi. Zihni
Bakewell Howard' ın pürüzleşmiş, muazzam saksafon sesini
duymaya başlamıştı. Sonra telafisi olmayan o yılların müziğini
duymaya başladı: 12. Alay' ın bütün ölü çocuklarının,
yaşamış diğer ölü çocukların kayıp dans sahnelerindeki
yerlerini aldığı küçük, tarih dışı güzel yılları, hatırı
sayılır derecede dans etmeyi bilmeyen kimsenin Cherbourg, Saint
Locirc, Hürtgen Ormanı' nı
ya da Lüksemburg' u duymadığı yılları.
Arkasında duran
küçük kız kardeşi geğirme antrenmanlarına başlayıncaya dek
bu müziği dinliyordu sonrasında döndü ve ''Kes artık şunu
Mattie!'' dedi. Tam da o anda yetişkin bir kızın şiddetli, kulak
tırmalayan ve bir nevi çocukça çıkan sesi odada yankılandı,
sesi takiben kız odaya geldi.
''Merhaba!'' dedi,
''Ben Bayan Polk, sizi beklettiğim için üzgünüm. Onları buraya
nasıl getireceksiniz, bilmiyorum. Camlar çok güzel gibi gözüküyor
olabilir ama, şu eski ve pasaklı binalara -yani siz ne dersiniz
pek bilemeyeceğim- bakmaya dayanamıyorum.'' Morris
sandalyelerinin birinde bacak bacak üstüne atmış oturan küçük
kızı gördü. Hayran bir şekilde ''Ah!'' diye iç geçirdi, ''Kim
bu? Sizin kızınız mı? Ne tatlı şey!''
Genç adam acelece
arka cebindeki mendili kaptı ve cevap vermeden önce dört kez
aksırdı. Vincent' ın kızına: ''Bu kız kardeşim Mattie,''
dedi, ''Ben perdeci değilim, eğer..''
''Sen perdeci değil
misin?.. Gözlerine ne oldu böyle?''
''Bahar nezlesi
oldum da. Benim adım Babe Gladwaller. Orduda Vincent Caulfield ile
beraberdim.'' Genç adam hapşırdı. ''Çok iyi arkadaştık...
Hapşırdığımda gözlerini bana dikip bakma lütfen. Mattie ve ben
şehre öğle yemeği ve bi' gösteri için geldik. Senin evde olmanı
umut ederek geçerken de sana uğramak, seni görmek istedim. Aslında
gelmeden önce telefon falan etmeliydim.'' Bir kez daha hapşırdı,
başını yukarıya kaldırdığıda Vincent' in sevgilisi ona dik
dik bakıyordu. Güzel görünüyordu. Muhtemelen bir sigara yakmıştı
ve iyi görünüyordu.
''Baksana,'' dedi,
kendince sessizce, aslında bağırarak. ''Bu oda rahatsız edici bir
biçimde karanlık. Hadi, benim odama gidelim.'' Arkasını döndü
ve odanın yolunu gösterdi. Arkası dönük yürürken, ''Bana
yazdığı mektupların birinde senden bahsetmişti. 'V' ile başlayan
bir yerde mi yaşıyordun?''
''Valdosta, New
York''
Daha aydınlık ve
iyi bir odaya girdiler. Bu odanın Vincent' ın sevgilisi ve onun
kocasına ait olduğu besbelliydi. ''Dinle, o salondan sahiden nefret
ediyorum... Koltuğa otur. O haltı yere koy. Taylı şey, bebeğim,
sen yatakta benimle beraber otur... Ahh... Tatlım, ne güzel bir
elbise! Neden beni görmeye geldin? Hayır, yanlış anlama, memnun
oldum. Buyur, devam et. Hapşırırken sana bakmayacağım.''
Bir adamın şans
eseri kendisini öldürücü biçimdeki güzellik ezgisine karşı
şartlandırmasının daha en başından beri hiçbir yolu yoktur.
Vincent onu uyarabilirdi. Vincent onu uyardı da. Elbette uyardı!
Babe: ''Yani,
sanırım...'' dedi.
''Dinle, neden
orduda değilsin?'' dedi Vincent' ın sevgilisi. ''Orduda değil
misin? Ha? Şu yeni puanlama zımbırtısının dışında mı kaldın
yoksa?''
''Onun yüz yedi
puanı vardı,'' dedi Mattie, ''Beş tane savaş madalyası var ama,
beş tane madalyan varsa bir tane küçük gümüş takabilirsin.
Küçük altın madalyaların beş tanesini kurdeleye takamazsın.
Beş tanesi elbette daha güzel gözükürdü. Daha çok
görünürlerdi. Ama, artık üniformasını giymiyor. Bende hepsi.
Bir kutuda.''
Babe çoğu uzun
erkeğin yaptığı gibi ayak bileğini dizinin üstüne koyarak
bacak bacak üstüne attı. ''Bıraktım. İşi bıraktım.'' dedi.
Yeni, botsuz – savaş dünyasındaki en alışılmadık şeylerden
birisine, çorabındaki saate baktı, arından Vincent' in
sevgilisine, gerçek miydi? ''Geçen hafta bıraktım, '' dedi.
''Vay canına.. Çok
güzel!''
Her halükarda
umursamayacaktı. Neden umursasın ki? Babe başını öne düşürdü
ve dedi ki; ''Eee... Bili... Biliyorsun ki, Vincent... Eee.. Vincent'
ın öldürüldüğünü biliyorsun, değil mi?''
''Evet.''
Babe başını
tekrar öne düşürdü, diğer ayak bileceğini diğer dizinin
üstüne koydu.
''Babası o gün
beni arayıp olanları söyledi.'' dedi Vincent' ın sevgilisi ve
devam etti; ''Bana, 'Bayan Eee...' dedi, bütün hayatım boyunca
beni tanıyordu ama, ilk ismimi düşünemedi. Sadece, benim Vincent'
i sevmiş olduğumu ve Howie Beeber' ın kızı olduğumu hatırladı.
Belki de, hala Vincent ile nişanlı olduğumuzu düşünmüştür.
Vincent ve ben.''
Elini Mattie' nin
boynunun arkasına koydu, kendisine en yakın olan yerden Mattie' nin
sağ koluna gözlerini dikti. Mattie' nin sağ kolunda dikkat çekici
pek de bir şey yoktu, tüysüz, esmer ve körpeydi.
Babe: ''Olanlar
hakkında ufak da olsa bir şeyler bilmek istersin diye
düşünüyorum,'' dedi ve neredeyse altı kez hapşırdı. Mendilini
tekrar cebine koyarken Vincent' ın sevgilisi ona bakıyordu ama,
hiçbir şey söylemedi. Kafası karışık ve sıkıntılı
gözüküyordu, belki de Babe' in daha konuya girmeden muhabbeti
bitirmesini istiyordu. Babe düşündü ve dedi ki: ''Sana, öldüğünde
mutlu ya da benzeri bir ruh halinde olduğunu söyleyemem. Özür
dilerim, sana bütün meseleyi anlatmak istesem de, onun iyi olduğuna
dair hiçbir şey hatırlamıyorum.''
Vincent' ın
sevgilisi: ''Yalan söylemeyi bırak! Bilmek istiyorum!'' dedi.
Ellerini Mattie' nin boynundan çekti ve hiçbir şeye bakmadan ya da
hiçbir şey yapmadan sadece öyle oturdu.
''Peki, o ve diğer
dört asker sabah, ben yaktığımız ateşin başında dururken
öldüler. Hürtgen Ormanı' nda... Bir anda, hiçbir şey çıkarmadan
düşen havan saldırıları onu ve diğer üç askeri vurdu.
Vurulduktan üç dakika geçmeden, ilkyardım çadırının otuz
metre kadar uzağında öldü.'' Babe bu anda birkaç kez hapşırdı,
sonrasında devam etti: ''Vücudunun büyük bir kısmında -gözleri
karardığından olsa gerek- fark edemeyeceği denli büyük bir
yara vardı. Acıtıtğını düşünmüyorum. Yemin ederim
düşünmüyorum.Gözleri açıktı. Sanırım onunla konuşurken
beni duydu ve fark etti ama, bana pek de bir şey söylemedi.
Söylediği son şey ise, bizim yakmayı pek de beceremediğimiz ateş
için odun toplamamız gerektiğiydi, odun toplamak için de tercihen
bizden küçükleri göndermemiz gerektiği hakkındaydı, nasıl
konuştuğunu bilirsin.'' Babe durmak zorunda kaldı çünkü,
Vincent' ın sevgilisi ağlamaya başlamıştı, o ise ne yapması
gerektiğini pek de bilmiyordu.
Mattie sesini
yükselterek Vincent' ın sevgilisine: ''O espirili bir adamdı.
Hatta bizim evde bile kalmıştı. Yaa!!'' dedi. Vincent' ın
sevgilisi yüzü bir elinin içinde ağlıyordu ama, Mattie' yi de
duydu. Babe ayağındaki dekolteli ayakkabıya baktı, sessizlik ve
duyarlılık içerisinde Vincent' in sevgilisinin ağlamayı
kesmesinin kolayca gerçekleşmesini bekledi.
Gerçekleştiğinde
-ki kız ağlamayı hemen kesmişti- Babe tekrar konuştu:
''Sen evlisin ve ben buraya sana işkence etmeye gelmedim. Sadece
Vincent' ın bana anlattıklarından dolayı bunları bilmek istersin
diye düşündüm, sen onu çok severdin. Öğle yemeğine ve
tiyatroya bahar nezlesiyle gitmek zorunda olan bir yabancı olduğum
için özür dilerim. Böyle olacağını biliyordum ama, yine de
geldim. Geri döndüğümden beri sorunumun ne olduğunu bilmiyorum
doğrusu.''
''Havan nedir?
Bombardıman gibi bir şey mi?'' diye sordu Vincent' ın sevgilisi.
Kızların ne
söyleyeceğini ya da ne yapacağını nasıl tahmin edebilirsiniz
ki? ... ''Yani, bir nevi. Bombardıman topları ses çıkarmadan
düşerler. Üzgünüm.'' Çok fazla özür diliyordu belki ama,
elinde olsa sevdiklerini nereden ve ne zaman geldiğini anlamadın
düşen bombardımanlarda kaybetmiş bütün kadınlardan özür
dileyebilirdi. Şimdi, çok korkuyordu öyle ki, olup bitenleri
Vincent' ın sevgilisine hem fazlasıyla hem de son derece soğuk
kanlı bir şekilde anlatmıştı. Bahar nezlesi, şu mikrop dolu
bahar nezlesinin ise kuşkusuz hiçbir yardımı dokunmuyordu. Ama,
sivil insanlara bu konuları anlatmayı aklınızdan geçirmeniz,
anlatırken söylediğiniz şeylerden kat kat daha korkunçtur.
Aklın, senin o
asker aklın doğruluğu diğer bütün her şeyin üzerinde tutmak
istedi. Detaylara indikçe de hedefi tam on ikiden vurmuş olmayı
istedin çocuk: Hikayen bittiğinde hiçbir sivilin tatmin olmuş
yalanlarla seni terk etmesine izin verme! Bütün yalanları sık!
Vincent' ın sevgilisinin, Vincent ölmeden evvel bir sigara istemiş
olduğunu düşünmesine izin verme. Vincent' ın gururla gülerek
öldüğünü, ölmeden evvel seçilmiş birkaç özlü söz söylemiş
olduğunu düşünmesine izin verme.
Bunlar olmadı.
Bunlar, filmler ve kitaplar dışında, hayatta kalmanın son
anlarının keyfini sürmeyi, son düşüncelerini aktarmaya tercih
eden çok ama çok az aciz insan dışında gerçekleştirilmedi.
Vincent' ın sevgilisinin kendisini Vincent hakkında kandırmaya
çalışmasına izin verme, onu ne kadar sevmiş olursa olsun buna
izin verme. Görüş alanını sana en yakın, en büyük yalana
doğru al. İşte, sen bu yüzden geri döndün, bu yüzden
şanslıydın. Kimseyi yüz üstü bırakma. Ateş! Ateş adamım!
Şimdi!
Babe bacaklarını
indirdi, elleriyle bir süre için alnını sıkıştırdı
sonrasında bir düzine hapşırdı. Dördüncü mendiliyle yanmış
ve sulanmış gözlerini temizledi, mendili bir kenara bırakıp dedi
ki: ''Vincent seni dehşet bir biçimde seviyordu. Neden
ayrıldığınızı bilmiyorum ama, kimsenin hatası olmadığını
biliyorum. Bana senin hakkında konuştuğu zaman bu hisse kapıldım
-ayrılığınızın kimsenin hatası olmamasına- Yoksa
birinin hatası mıydı? Sana bunu sormamam gerekiyor. Evlisin.
Birinin hatası mıydı?''
''Onun hatasıydı!''
''O zaman Bay Polk
ile nasıl evlendiniz?'' Mattie sormuştu.
''Onun hatasıydı.
Dinle, Vincent' ı sevmiştim. Onun evini, kardeşlerini, babasını
ve annesini sevmiştim. Her şeyini sevmiştim. Dinle Babe, Vincent
hiçbir şeye inanmıyordu. Eğer yaz ise; inanmıyordu, kış ise;
gene inanmıyordu. Küçük Kenneth Caulfield öldüğünden beri
hiçbir şeye inanmıyordu. Kardeşi.''
''Şu, ondan ufak
olan kardeşi, üstüne titrediği?''
''Evet. Sana yemin
ederim ki, her şeyi sevmiştim.'' dedi Vincent' ın sevgilisi, belli
belirsiz bir şekilde Mattie' nin koluna dokunarak.
Babe başı ile
onayladı. Hapşırmadan,elini kabanının iç cebine götürdü ve
bir şey çıkardı ''Ah,'' dedi Vincent' ın sevgilisi. ''Bu onun
yazdığı bir şiir. Şaka yapmıyorum. Ondan birkaç hava yolu
postası zarfı almıştım, bir tanesinin arkasında da bu şiir
yazıyordu. Eğer istiyorsan sen de kalabilir.'' Uzun kolunu, parlak
kol düğmelerinden etkilenmekten kaçınmaksızın ileriye doğru
uzattı, çamurla kirlenmiş mektup zarfını ona verdi. Kısa
tarafından bir kez katlanmış ve biraz yırtıktı.
Vincent' in
sevgilisi bir kez ona baktı, dudaklarını hareket ettirerek başlığı
okudu. Tekrar Babe' e baktı ''Ah, Tanrım! Bayan Beebers! Bana
'Bayan Beebers' demiş!''
Tekrar başını
aşağıya indirip şiire baktı, dudaklarını oynatarak şiiri
içinden okuyordu. Şiirin sonuna geldiğinde başını salladı ama,
bu bir şeyi inkar edermiş gibi bir sallama değildi. Sonrasında
tekrar şiire döndü. Şiiri sanki öyle saklanması gerekiyormuş
gibi çok küçük bir şekilde katladı. Şiiri ceketinin cebine
koydu ve orada bıraktı.
''Bayan Beebers,''
dedi, sanki birisi odaya gelecekmiş gibi odaya baktı.
Bacak bacak üstüne
atmış olan Babe, kalkmanın habercisi olan bir şekilde ayaklarını
indirdi. ''Peki,'' dedi, ''Şiir sondu.'' Mattie ile ayağa
kalktılar. Sonrasında da Vincent' ın sevgilisi ayağa kalktı.
Babe elini uzattı,
Vincent' ın sevgilisi de gerektiği gibi ellerini sıktı. ''Sanırım
gelmemem gerekiyordu.'' dedi. ''En iyi ve aynı zamanda en kötü
gerekçelere de sahibim... ve çok garip davranıyorum. Sorunum ne
bilmiyorum. Hoşça kal.''
''Gelmene çok
sevindim Babe.''
Bu onu ağlatmıştı,
arkasını döndü ve hızlıca odadan çıkıp ön kapıya doğru
gitti. Mattie' de onun arkasından geldi, Vincent' ın sevgilisi ise
yavaşça onları takip etti. Apartmanın dışına çıkıp holde
arkasını döndüğünde tekrar iyiydi.
''Taksi falan
çağırabilir miyiz?'' diye sordy Vincent' ın sevgilisine.
''Buradan taksi geçiyor mu? Fark etmedim de.''
''Belki bir tane
bulabilirsin. İşlek bir saat.''
''Öğle yemeğine
ya da tiyatroya bizimle gelmek ister misin?'' diye sordu Babe.
''Gelemem. Yapmam
gere.. Gelemem. Üsttekini çal Mattie, aşağıdaki çalışmıyor.''
Babe tekrar elini
uzattı. ''Hoşça kal Helen.'' dedi ve elini bıraktı. Mattie' nin
yanına doğru yürüdü ve kapalı asansör kapısının yanına
durdu.
''Şimdi ne
yapacaksınız?'' diye sordu Vincent' ın sevgilisi, neredeyse
bağırıyordu.
''Dedim ya, şeye
gide..''
''Demek istiyorum
ki, artık geri döndün, ne yapacaksın?''
''Ah!'' dedi,
hapşırdı. ''Bilmiyorum. Yapacak bir şey var mı ki? Şaka
yapıyorum... Bir şeyler yapacağım. Muhtemelen yüksek lisans
yapıp öğretmen olacağım. Babam öğretmen.''
''Baksana, bu gece
şu büyük balonlarla dans eden kızları ya da öyle bir şeyler
izlemeye gitsenize?''
''Büyük
balonlarla dans eden hiçbir kız tanımıyorum. Bir daha çağır
şunu Mattie.''
''Dinle Babe,''
dedi Vincent' ın sevgilisi, ''Bi' ara beni ara, arar mısın?
Lütfen. Rehberinde numaram var.''
''Tanıdığım
kızlar var.'' dedi Babe.
''Biliyorum, ama,
öğle yemeğine, tiyatroya ya da başka şeylere gidebiliriz. Kocam
Bob, her şey için bilet bulabilir. Ya da akşam yemeğine gel.''
Babe başını
salladı ve asansörün düğmesine kendisi bastı.
''Lütfen.''
"Ben iyiyim,
bana böyle davranma. Bu şeylere hazır değilim henüz."
Asansör kapısı
gürültüyle açıldı. Mattie ''Hoşça kal!'' diye bağırdı ve
abisinin arkasından asansöre bindi. Asansör kapısı gürültüyle
kapandı.
Sokakta hiçbir
taksi yoktu. Beraber batıdaki parka doğru yürüdüler. Lexington
ve Beşinci Sokak arasındaki üç uzun blok ancak Ağustos
sonlarında olabilecek denli sıkıcıydı. Şişman, saçları tel
tel olmuş bir apartman kapıcısı, elinde sigarası ile Central
Park ve Madison Caddesi boyunca uzanan kaldırımda yürüyordu.
Babe, Bulge'
daki onca zaman boyunca adamın köpekle beraber her gün bu sokakta
yürüdüğünü düşledi. İnanamazdı. Aslında inanabilirdi ama,
bu hala imkansızdı. Mattie' nin elini tuttuğunu hissetti,
durmaksızın konuşuyordu.
"Annem,
Harvey' i izlememiz gerektiğini söyledi. Sen Frany Fay'
i severmişsin, öyle dedi. Tavşanla konuşan bir adam hakkında.
Sarhoş olduğunda, kafası iyi olduğunda bu tavşanla konuşuyor.
Ya da Oklahoma! Annem, senin Oklahıma' yı da sevdiğini söyledi.
Roberta Cochran görmüş ve
muhteşem olduğunu söyledi. Deki ki...''
"Kim görmüş?"
"Roberta
Cochran. Benim sınıfımda bir kız. Dansçı. Babası kendisini
komik sanıyor. Bir keresinde onlarda kalmıştım, babası bir sürü
espiri yapıyordu. Salak birisi. Mattie birkaç saniyeliğine sustu
sonrasında ''Babe,'' dedi,
"Ne?''
"Evde olmaktan
memnun musun?"
"Evet tatlım."
"Ahh, elimi
acıtıyorsun!"
Elini gevşetti.
"Neden soruyorsun bunu?"
"Bilmem. Hadi,
şu üstü açık otobüslere binelim, üst katta otururuz."
"Peki."
Beşinci caddenin
park tarafına geçerlerken güneş ışıl ışıl ve sıcaktı.
Otobüs durağına geldiklerinde Babe kendisine bir sigara yaktı ve
şapkasını çıkardı. Sarışın, uzun boylu bir kız elinde şapka
kutusuyla sokağın bir ucundan diğer ucune neşe içinde geçiyordu.
Geniş bulvarın ortasında mavi kıyafetli bir çocuk sıcaktan
mayışmış, muhtemelen adı Theodore ya da Waggy olan köpeğini,
ismi Rex, Prince ya da Jim olan birisi gibi kucaklamış ve yürüşünü
sokağın diğer ucunda bitirmeye çalışıyordu.
"Ben
çubuklarla yemek yiyebiliyorum,'' dedi Mattie, ''O adam gösterdi
bana, Vera Weber' in babası. Ben de sana göstereceğim."
Güneş tüm
sıcaklığıyla Babe' in sararmış suratına vuruyordu. ''Çocuk,''
dedi Mattie' ye, omzuna hafifçe vurarak, ''bu görmem gereken
şeylerden birisi.''
"Peki,
göreceksin." dedi Mattie.Ayaklarını birleştirip kaldırımdan
caddeye doğru küçük bir zıplayış yaptı, sonra bir kez daha.
Neden bu kadar görülmeye değer muazzam bir şeydi?