21.02.2014

Yabancı - J.D.Salinger (Çeviri)

Yabancı
Jerome David Salinger
Colliers, Aralık 1945
Çeviri: Ali Faik Anayurt

Evin kapısındaki genç ve sivri dilli hizmetçi etrafını yarım yamalak süzdükten sonra genç adama neredeyse saldıracakmış gibi ''Kimi görmek istiyorsun?'' diye sordu. Genç adam ''Bayan Polk.'' diye cevap verdi. Aslında, megafondan kimi görmek istediğini tam dört kez söylemişti zaten.
Megafonu ve kapıyı açacak herhangi bir aptalın olmadığı bir günde gelmeliydi. Belki de, sırf şu bahar nezlesinden kurtulmak için kendi gözlerini oyup çıkarmayı düşünmediği bir günde gelmeliydi. Belki de... Belki de hiç gelmemeliydi... Kız kardeşi Mattie' yi alıp doğruca onun şu çok sevdiği yağlı chop suey restoranlarına götürüp, ardından doğruca güzel oyun izleyip sonrasında da doğruca bir trene atlamalıydı -karmaşık duygularını dışarıya vurmak için bir kez bile durmayacağı, onları yabancılara kakalamadan gidebileceği bir trene. Yahu, belki de bu aptal gibi gülünecek bir şey değildi, arkana yaslan ve terk et.
Hizmetçi, genç adama doğru bir adım attı, Bayan Polk' un tekneye gitmiş olabileceğine ya da gitmemiş olabileceğine dair bir şeyler mırıldandı, gözleri kıpkırmızı olmuş genç adam ve beraberindeki uzun bacıklı küçük kız daireye girdiler.
Yeni evlenmiş çiftlerin tutacağı tarzda çirkin, pahalı ve küçük bir New York dairesiydi. Muhtemelen çiçeği burnundaki gelinin ayağı son emlakçıya geldiklerinde onu öldürecek hale gelmiştir. Ya da kocası koluna taktığı saat ile gelinin dikkatini dağıtmıştır.
Genç adam ve küçük kızın beklemeleri söylenen odada bir tane Morris sandalyesi ve gece çiftleşmiş gibi gözüken okuma lambaları vardı. Ama, yapay şöminenin üstünde birkaç tane güzel kitap da vardı. Genç adam bir an için Rainer Maria Rilke' yi, The Beautiful and Damned' ı ve Jamaika' da Bir Fırtına' yı kimin olduğunu, onlara kimin ilgi gösterdiğini merak etti. Vincent' in kızına mı aittiler, yoksa Vincent' in kızının kocasına mı?
Aksırdı ve içinde büyük bir ilgiyle taş plak yığınlarına doğru yürüdü, en üstteki kayıdı aldı. Bu eski bir Bakewell Howard' dı -Howard' ın reklamlara gitmeden önceki zamanlarından- Fat Boy' u pikaba yerleştirdi. Kimdi bunların sahibi? Vincent' in kızı mı yoksa Vincent' in kızının kocası mı? Plağı tersine çevirip sulanmış gözlerine doğru getirdi, kaydın üstündeki kirlenmiş beyaz etikete baktı. Etiketin üstünde yeşil mürekkeple yazılmış bir nevi kişisel bilgiler ve uyarı vardı: Helen Beebers – 202. Oda, Rudenweg – Dur hırsız!
Genç adam arka cebinden mendili çıkarıp bir kez daha sümkürdü. Sonrasında bir kez daha plagın Şişman Çocuk bölümünü çevirdi. Zihni Bakewell Howard' ın pürüzleşmiş, muazzam saksafon sesini duymaya başlamıştı. Sonra telafisi olmayan o yılların müziğini duymaya başladı: 12. Alay' ın bütün ölü çocuklarının, yaşamış diğer ölü çocukların kayıp dans sahnelerindeki yerlerini aldığı küçük, tarih dışı güzel yılları, hatırı sayılır derecede dans etmeyi bilmeyen kimsenin Cherbourg, Saint Locirc, Hürtgen Ormanı' ya da Lüksemburg' u duymadığı yılları.
Arkasında duran küçük kız kardeşi geğirme antrenmanlarına başlayıncaya dek bu müziği dinliyordu sonrasında döndü ve ''Kes artık şunu Mattie!'' dedi. Tam da o anda yetişkin bir kızın şiddetli, kulak tırmalayan ve bir nevi çocukça çıkan sesi odada yankılandı, sesi takiben kız odaya geldi.
''Merhaba!'' dedi, ''Ben Bayan Polk, sizi beklettiğim için üzgünüm. Onları buraya nasıl getireceksiniz, bilmiyorum. Camlar çok güzel gibi gözüküyor olabilir ama, şu eski ve pasaklı binalara -yani siz ne dersiniz pek bilemeyeceğim- bakmaya dayanamıyorum.'' Morris sandalyelerinin birinde bacak bacak üstüne atmış oturan küçük kızı gördü. Hayran bir şekilde ''Ah!'' diye iç geçirdi, ''Kim bu? Sizin kızınız mı? Ne tatlı şey!''
Genç adam acelece arka cebindeki mendili kaptı ve cevap vermeden önce dört kez aksırdı. Vincent' ın kızına: ''Bu kız kardeşim Mattie,'' dedi, ''Ben perdeci değilim, eğer..''
''Sen perdeci değil misin?.. Gözlerine ne oldu böyle?''
''Bahar nezlesi oldum da. Benim adım Babe Gladwaller. Orduda Vincent Caulfield ile beraberdim.'' Genç adam hapşırdı. ''Çok iyi arkadaştık... Hapşırdığımda gözlerini bana dikip bakma lütfen. Mattie ve ben şehre öğle yemeği ve bi' gösteri için geldik. Senin evde olmanı umut ederek geçerken de sana uğramak, seni görmek istedim. Aslında gelmeden önce telefon falan etmeliydim.'' Bir kez daha hapşırdı, başını yukarıya kaldırdığıda Vincent' in sevgilisi ona dik dik bakıyordu. Güzel görünüyordu. Muhtemelen bir sigara yakmıştı ve iyi görünüyordu.
''Baksana,'' dedi, kendince sessizce, aslında bağırarak. ''Bu oda rahatsız edici bir biçimde karanlık. Hadi, benim odama gidelim.'' Arkasını döndü ve odanın yolunu gösterdi. Arkası dönük yürürken, ''Bana yazdığı mektupların birinde senden bahsetmişti. 'V' ile başlayan bir yerde mi yaşıyordun?''
''Valdosta, New York''
Daha aydınlık ve iyi bir odaya girdiler. Bu odanın Vincent' ın sevgilisi ve onun kocasına ait olduğu besbelliydi. ''Dinle, o salondan sahiden nefret ediyorum... Koltuğa otur. O haltı yere koy. Taylı şey, bebeğim, sen yatakta benimle beraber otur... Ahh... Tatlım, ne güzel bir elbise! Neden beni görmeye geldin? Hayır, yanlış anlama, memnun oldum. Buyur, devam et. Hapşırırken sana bakmayacağım.''
Bir adamın şans eseri kendisini öldürücü biçimdeki güzellik ezgisine karşı şartlandırmasının daha en başından beri hiçbir yolu yoktur. Vincent onu uyarabilirdi. Vincent onu uyardı da. Elbette uyardı!
Babe: ''Yani, sanırım...'' dedi.
''Dinle, neden orduda değilsin?'' dedi Vincent' ın sevgilisi. ''Orduda değil misin? Ha? Şu yeni puanlama zımbırtısının dışında mı kaldın yoksa?''
''Onun yüz yedi puanı vardı,'' dedi Mattie, ''Beş tane savaş madalyası var ama, beş tane madalyan varsa bir tane küçük gümüş takabilirsin. Küçük altın madalyaların beş tanesini kurdeleye takamazsın. Beş tanesi elbette daha güzel gözükürdü. Daha çok görünürlerdi. Ama, artık üniformasını giymiyor. Bende hepsi. Bir kutuda.''
Babe çoğu uzun erkeğin yaptığı gibi ayak bileğini dizinin üstüne koyarak bacak bacak üstüne attı. ''Bıraktım. İşi bıraktım.'' dedi. Yeni, botsuz – savaş dünyasındaki en alışılmadık şeylerden birisine, çorabındaki saate baktı, arından Vincent' in sevgilisine, gerçek miydi? ''Geçen hafta bıraktım, '' dedi.
''Vay canına.. Çok güzel!''
Her halükarda umursamayacaktı. Neden umursasın ki? Babe başını öne düşürdü ve dedi ki; ''Eee... Bili... Biliyorsun ki, Vincent... Eee.. Vincent' ın öldürüldüğünü biliyorsun, değil mi?''
''Evet.''
Babe başını tekrar öne düşürdü, diğer ayak bileceğini diğer dizinin üstüne koydu.
''Babası o gün beni arayıp olanları söyledi.'' dedi Vincent' ın sevgilisi ve devam etti; ''Bana, 'Bayan Eee...' dedi, bütün hayatım boyunca beni tanıyordu ama, ilk ismimi düşünemedi. Sadece, benim Vincent' i sevmiş olduğumu ve Howie Beeber' ın kızı olduğumu hatırladı. Belki de, hala Vincent ile nişanlı olduğumuzu düşünmüştür. Vincent ve ben.''
Elini Mattie' nin boynunun arkasına koydu, kendisine en yakın olan yerden Mattie' nin sağ koluna gözlerini dikti. Mattie' nin sağ kolunda dikkat çekici pek de bir şey yoktu, tüysüz, esmer ve körpeydi.
Babe: ''Olanlar hakkında ufak da olsa bir şeyler bilmek istersin diye düşünüyorum,'' dedi ve neredeyse altı kez hapşırdı. Mendilini tekrar cebine koyarken Vincent' ın sevgilisi ona bakıyordu ama, hiçbir şey söylemedi. Kafası karışık ve sıkıntılı gözüküyordu, belki de Babe' in daha konuya girmeden muhabbeti bitirmesini istiyordu. Babe düşündü ve dedi ki: ''Sana, öldüğünde mutlu ya da benzeri bir ruh halinde olduğunu söyleyemem. Özür dilerim, sana bütün meseleyi anlatmak istesem de, onun iyi olduğuna dair hiçbir şey hatırlamıyorum.''
Vincent' ın sevgilisi: ''Yalan söylemeyi bırak! Bilmek istiyorum!'' dedi. Ellerini Mattie' nin boynundan çekti ve hiçbir şeye bakmadan ya da hiçbir şey yapmadan sadece öyle oturdu.
''Peki, o ve diğer dört asker sabah, ben yaktığımız ateşin başında dururken öldüler. Hürtgen Ormanı' nda... Bir anda, hiçbir şey çıkarmadan düşen havan saldırıları onu ve diğer üç askeri vurdu. Vurulduktan üç dakika geçmeden, ilkyardım çadırının otuz metre kadar uzağında öldü.'' Babe bu anda birkaç kez hapşırdı, sonrasında devam etti: ''Vücudunun büyük bir kısmında -gözleri karardığından olsa gerek- fark edemeyeceği denli büyük bir yara vardı. Acıtıtğını düşünmüyorum. Yemin ederim düşünmüyorum.Gözleri açıktı. Sanırım onunla konuşurken beni duydu ve fark etti ama, bana pek de bir şey söylemedi. Söylediği son şey ise, bizim yakmayı pek de beceremediğimiz ateş için odun toplamamız gerektiğiydi, odun toplamak için de tercihen bizden küçükleri göndermemiz gerektiği hakkındaydı, nasıl konuştuğunu bilirsin.'' Babe durmak zorunda kaldı çünkü, Vincent' ın sevgilisi ağlamaya başlamıştı, o ise ne yapması gerektiğini pek de bilmiyordu.
Mattie sesini yükselterek Vincent' ın sevgilisine: ''O espirili bir adamdı. Hatta bizim evde bile kalmıştı. Yaa!!'' dedi. Vincent' ın sevgilisi yüzü bir elinin içinde ağlıyordu ama, Mattie' yi de duydu. Babe ayağındaki dekolteli ayakkabıya baktı, sessizlik ve duyarlılık içerisinde Vincent' in sevgilisinin ağlamayı kesmesinin kolayca gerçekleşmesini bekledi.
Gerçekleştiğinde -ki kız ağlamayı hemen kesmişti- Babe tekrar konuştu: ''Sen evlisin ve ben buraya sana işkence etmeye gelmedim. Sadece Vincent' ın bana anlattıklarından dolayı bunları bilmek istersin diye düşündüm, sen onu çok severdin. Öğle yemeğine ve tiyatroya bahar nezlesiyle gitmek zorunda olan bir yabancı olduğum için özür dilerim. Böyle olacağını biliyordum ama, yine de geldim. Geri döndüğümden beri sorunumun ne olduğunu bilmiyorum doğrusu.''
''Havan nedir? Bombardıman gibi bir şey mi?'' diye sordu Vincent' ın sevgilisi.
Kızların ne söyleyeceğini ya da ne yapacağını nasıl tahmin edebilirsiniz ki? ... ''Yani, bir nevi. Bombardıman topları ses çıkarmadan düşerler. Üzgünüm.'' Çok fazla özür diliyordu belki ama, elinde olsa sevdiklerini nereden ve ne zaman geldiğini anlamadın düşen bombardımanlarda kaybetmiş bütün kadınlardan özür dileyebilirdi. Şimdi, çok korkuyordu öyle ki, olup bitenleri Vincent' ın sevgilisine hem fazlasıyla hem de son derece soğuk kanlı bir şekilde anlatmıştı. Bahar nezlesi, şu mikrop dolu bahar nezlesinin ise kuşkusuz hiçbir yardımı dokunmuyordu. Ama, sivil insanlara bu konuları anlatmayı aklınızdan geçirmeniz, anlatırken söylediğiniz şeylerden kat kat daha korkunçtur.
Aklın, senin o asker aklın doğruluğu diğer bütün her şeyin üzerinde tutmak istedi. Detaylara indikçe de hedefi tam on ikiden vurmuş olmayı istedin çocuk: Hikayen bittiğinde hiçbir sivilin tatmin olmuş yalanlarla seni terk etmesine izin verme! Bütün yalanları sık! Vincent' ın sevgilisinin, Vincent ölmeden evvel bir sigara istemiş olduğunu düşünmesine izin verme. Vincent' ın gururla gülerek öldüğünü, ölmeden evvel seçilmiş birkaç özlü söz söylemiş olduğunu düşünmesine izin verme.
Bunlar olmadı. Bunlar, filmler ve kitaplar dışında, hayatta kalmanın son anlarının keyfini sürmeyi, son düşüncelerini aktarmaya tercih eden çok ama çok az aciz insan dışında gerçekleştirilmedi. Vincent' ın sevgilisinin kendisini Vincent hakkında kandırmaya çalışmasına izin verme, onu ne kadar sevmiş olursa olsun buna izin verme. Görüş alanını sana en yakın, en büyük yalana doğru al. İşte, sen bu yüzden geri döndün, bu yüzden şanslıydın. Kimseyi yüz üstü bırakma. Ateş! Ateş adamım! Şimdi!
Babe bacaklarını indirdi, elleriyle bir süre için alnını sıkıştırdı sonrasında bir düzine hapşırdı. Dördüncü mendiliyle yanmış ve sulanmış gözlerini temizledi, mendili bir kenara bırakıp dedi ki: ''Vincent seni dehşet bir biçimde seviyordu. Neden ayrıldığınızı bilmiyorum ama, kimsenin hatası olmadığını biliyorum. Bana senin hakkında konuştuğu zaman bu hisse kapıldım -ayrılığınızın kimsenin hatası olmamasına- Yoksa birinin hatası mıydı? Sana bunu sormamam gerekiyor. Evlisin. Birinin hatası mıydı?''
''Onun hatasıydı!''
''O zaman Bay Polk ile nasıl evlendiniz?'' Mattie sormuştu.
''Onun hatasıydı. Dinle, Vincent' ı sevmiştim. Onun evini, kardeşlerini, babasını ve annesini sevmiştim. Her şeyini sevmiştim. Dinle Babe, Vincent hiçbir şeye inanmıyordu. Eğer yaz ise; inanmıyordu, kış ise; gene inanmıyordu. Küçük Kenneth Caulfield öldüğünden beri hiçbir şeye inanmıyordu. Kardeşi.''
''Şu, ondan ufak olan kardeşi, üstüne titrediği?''
''Evet. Sana yemin ederim ki, her şeyi sevmiştim.'' dedi Vincent' ın sevgilisi, belli belirsiz bir şekilde Mattie' nin koluna dokunarak.
Babe başı ile onayladı. Hapşırmadan,elini kabanının iç cebine götürdü ve bir şey çıkardı ''Ah,'' dedi Vincent' ın sevgilisi. ''Bu onun yazdığı bir şiir. Şaka yapmıyorum. Ondan birkaç hava yolu postası zarfı almıştım, bir tanesinin arkasında da bu şiir yazıyordu. Eğer istiyorsan sen de kalabilir.'' Uzun kolunu, parlak kol düğmelerinden etkilenmekten kaçınmaksızın ileriye doğru uzattı, çamurla kirlenmiş mektup zarfını ona verdi. Kısa tarafından bir kez katlanmış ve biraz yırtıktı.
Vincent' in sevgilisi bir kez ona baktı, dudaklarını hareket ettirerek başlığı okudu. Tekrar Babe' e baktı ''Ah, Tanrım! Bayan Beebers! Bana 'Bayan Beebers' demiş!''
Tekrar başını aşağıya indirip şiire baktı, dudaklarını oynatarak şiiri içinden okuyordu. Şiirin sonuna geldiğinde başını salladı ama, bu bir şeyi inkar edermiş gibi bir sallama değildi. Sonrasında tekrar şiire döndü. Şiiri sanki öyle saklanması gerekiyormuş gibi çok küçük bir şekilde katladı. Şiiri ceketinin cebine koydu ve orada bıraktı.
''Bayan Beebers,'' dedi, sanki birisi odaya gelecekmiş gibi odaya baktı.
Bacak bacak üstüne atmış olan Babe, kalkmanın habercisi olan bir şekilde ayaklarını indirdi. ''Peki,'' dedi, ''Şiir sondu.'' Mattie ile ayağa kalktılar. Sonrasında da Vincent' ın sevgilisi ayağa kalktı.
Babe elini uzattı, Vincent' ın sevgilisi de gerektiği gibi ellerini sıktı. ''Sanırım gelmemem gerekiyordu.'' dedi. ''En iyi ve aynı zamanda en kötü gerekçelere de sahibim... ve çok garip davranıyorum. Sorunum ne bilmiyorum. Hoşça kal.''
''Gelmene çok sevindim Babe.''
Bu onu ağlatmıştı, arkasını döndü ve hızlıca odadan çıkıp ön kapıya doğru gitti. Mattie' de onun arkasından geldi, Vincent' ın sevgilisi ise yavaşça onları takip etti. Apartmanın dışına çıkıp holde arkasını döndüğünde tekrar iyiydi.
''Taksi falan çağırabilir miyiz?'' diye sordy Vincent' ın sevgilisine. ''Buradan taksi geçiyor mu? Fark etmedim de.''
''Belki bir tane bulabilirsin. İşlek bir saat.''
''Öğle yemeğine ya da tiyatroya bizimle gelmek ister misin?'' diye sordu Babe.
''Gelemem. Yapmam gere.. Gelemem. Üsttekini çal Mattie, aşağıdaki çalışmıyor.''
Babe tekrar elini uzattı. ''Hoşça kal Helen.'' dedi ve elini bıraktı. Mattie' nin yanına doğru yürüdü ve kapalı asansör kapısının yanına durdu.
''Şimdi ne yapacaksınız?'' diye sordu Vincent' ın sevgilisi, neredeyse bağırıyordu.
''Dedim ya, şeye gide..''
''Demek istiyorum ki, artık geri döndün, ne yapacaksın?''
''Ah!'' dedi, hapşırdı. ''Bilmiyorum. Yapacak bir şey var mı ki? Şaka yapıyorum... Bir şeyler yapacağım. Muhtemelen yüksek lisans yapıp öğretmen olacağım. Babam öğretmen.''
''Baksana, bu gece şu büyük balonlarla dans eden kızları ya da öyle bir şeyler izlemeye gitsenize?''
''Büyük balonlarla dans eden hiçbir kız tanımıyorum. Bir daha çağır şunu Mattie.''
''Dinle Babe,'' dedi Vincent' ın sevgilisi, ''Bi' ara beni ara, arar mısın? Lütfen. Rehberinde numaram var.''
''Tanıdığım kızlar var.'' dedi Babe.
''Biliyorum, ama, öğle yemeğine, tiyatroya ya da başka şeylere gidebiliriz. Kocam Bob, her şey için bilet bulabilir. Ya da akşam yemeğine gel.''
Babe başını salladı ve asansörün düğmesine kendisi bastı.
''Lütfen.''
"Ben iyiyim, bana böyle davranma. Bu şeylere hazır değilim henüz."
Asansör kapısı gürültüyle açıldı. Mattie ''Hoşça kal!'' diye bağırdı ve abisinin arkasından asansöre bindi. Asansör kapısı gürültüyle kapandı.
Sokakta hiçbir taksi yoktu. Beraber batıdaki parka doğru yürüdüler. Lexington ve Beşinci Sokak arasındaki üç uzun blok ancak Ağustos sonlarında olabilecek denli sıkıcıydı. Şişman, saçları tel tel olmuş bir apartman kapıcısı, elinde sigarası ile Central Park ve Madison Caddesi boyunca uzanan kaldırımda yürüyordu.
Babe, Bulge' daki onca zaman boyunca adamın köpekle beraber her gün bu sokakta yürüdüğünü düşledi. İnanamazdı. Aslında inanabilirdi ama, bu hala imkansızdı. Mattie' nin elini tuttuğunu hissetti, durmaksızın konuşuyordu.
"Annem, Harvey' i izlememiz gerektiğini söyledi. Sen Frany Fay' i severmişsin, öyle dedi. Tavşanla konuşan bir adam hakkında. Sarhoş olduğunda, kafası iyi olduğunda bu tavşanla konuşuyor. Ya da Oklahoma! Annem, senin Oklahıma' yı da sevdiğini söyledi. Roberta Cochran görmüş ve muhteşem olduğunu söyledi. Deki ki...''
"Kim görmüş?"
"Roberta Cochran. Benim sınıfımda bir kız. Dansçı. Babası kendisini komik sanıyor. Bir keresinde onlarda kalmıştım, babası bir sürü espiri yapıyordu. Salak birisi. Mattie birkaç saniyeliğine sustu sonrasında ''Babe,'' dedi,
"Ne?''
"Evde olmaktan memnun musun?"
"Evet tatlım."
"Ahh, elimi acıtıyorsun!"
Elini gevşetti. "Neden soruyorsun bunu?"
"Bilmem. Hadi, şu üstü açık otobüslere binelim, üst katta otururuz."
"Peki."
Beşinci caddenin park tarafına geçerlerken güneş ışıl ışıl ve sıcaktı. Otobüs durağına geldiklerinde Babe kendisine bir sigara yaktı ve şapkasını çıkardı. Sarışın, uzun boylu bir kız elinde şapka kutusuyla sokağın bir ucundan diğer ucune neşe içinde geçiyordu. Geniş bulvarın ortasında mavi kıyafetli bir çocuk sıcaktan mayışmış, muhtemelen adı Theodore ya da Waggy olan köpeğini, ismi Rex, Prince ya da Jim olan birisi gibi kucaklamış ve yürüşünü sokağın diğer ucunda bitirmeye çalışıyordu.
"Ben çubuklarla yemek yiyebiliyorum,'' dedi Mattie, ''O adam gösterdi bana, Vera Weber' in babası. Ben de sana göstereceğim."
Güneş tüm sıcaklığıyla Babe' in sararmış suratına vuruyordu. ''Çocuk,'' dedi Mattie' ye, omzuna hafifçe vurarak, ''bu görmem gereken şeylerden birisi.''
"Peki, göreceksin." dedi Mattie.Ayaklarını birleştirip kaldırımdan caddeye doğru küçük bir zıplayış yaptı, sonra bir kez daha. Neden bu kadar görülmeye değer muazzam bir şeydi?

16.02.2014

galata' da bir yorgun

melih hayırsever için,

sesinde en büyük ayrılıklarla
bir çocuk haykırsa uzak köylerden
değer miydi saçlarına?
                   
                     bir huzur telaşı bu içimizi karartan
                     en yalancı bakışlarda uyuttuğumuz.

büyük kentlerin ağrılarında sabahlamasan
kalkıp gitsen belki en erken saatlerde
ama, ne acelen var?

                     sen galata' da bir yorgun
                     yüksekkaldırım' da üşengeç adımların
                     kadıköy' de kar kalabalıklarında en yalnız
                     sen riyakârı fransız melodilerinin.

gecenin en ağır saatlerinde
ellerinde akordiyonlarıyla kapılarında çocuklar.

13.02.2014

bir haykırsam sokaklarınızda

bir haykırsam sokaklarınızda
sarhoş çığlıkları gibi değil
aklım başımda gibi de değil
zaten uzun zamandır aklım başımda da değil...

bir çocuk hatırlıyorum
cam kenarlarında sabahlara dek uzanan
yağmur bekleyişlerine tutulan bir çocuk
ben miydim o? ..bilmiyorum...

burada göklere dek uzanıyor yalnızlığım
onlarca kadın yüzü geçiyor aklımdan
bir an utanıyorum bu denli çirkinim diye
ama bunun mesulü ben değilim, göklere dek uzanan yalnızlığım.

kaç günüm kaldı böyle harcanacak?
ve kaç satır şiirlerim kaldı yakaracak?
gene de umuduyla uyanıyorum
gülüşeceğimiz deniz fenerlerinin...

göle giden yol neden bu kadar uzadı?
hem bu sazlıkları da kim kuruttu?
güzel şarkılar söylerlerdi bana...

bir haykırsam sokaklarınızda
camlarınızdan bakar mısınız?