29.08.2012

üçlemeler

yaralı gönüllere gölge, sessizlik*; http://www.youtube.com/watch?v=uwfhoI2JrOA

1
çakıl taşlarının uğultusunda bul kendini
seni savruk sesimle uyutacağım 
sanki deniz ayak bileklerimde tünemiş gibi
2
on sekizinde eylülün
kor bir alev düştü elime
ağzındaki buruk karanfil tadı
3
dağınık bir masa biliyorum ege' de
kelepir jack london öyküleri
kirli gözlükleriyle edip cansever' i kucaklıyor
4
eteği dizlerinde bir kadının açtığı otel odasında
dört gece soluksuz mektup yazdım sana
kafamdaki sancılar bir türlü dinmiyordu
5
ya ben suyu öldürmek zorunda kalsaydım
tüm yerel gazetelerin kenarlarını birleştirip
sana şiirler yazmak zorunda kalsaydım


*balzac - köy hekimi

16.08.2012

o koyun balıkları güzel olmaz

man's head in women's hair 1896 - edvard munch

üç eylülde tüm kentin yağmurunu ben sırtladım, sen hiç ıslanmadın.tırnaklarım arasına sıkışmış kadın ensesi kiriyle boyacı bayırlarına tırmandım. her küstah bayır sonrası bir avuç su çarptım yüzüme, tırnaklarımı yedim, tırnak diplerimi. sıkı yağmış bir yağmur hatırlıyorum haziran doksan sekiz sabahından, yıpranmış bir kot geçirip bacaklarıma sana geliyorum, ellerin şakaklarında karşılıyorsun beni, göz bebeklerinde korkular. sırılsıklam olmuşsun, diyorsun uykudan arınmamış sesinle. hala ıslağım, ayak bileklerimde parmak uçlarını gezdirirsen o günden kalan birkaç damlayla tokalaşabilirsin. şu yağmur altında paçalarına çamur sıçratmayan insanların ardından ağzım açık bakıyorum. benim paçalarım yok oldular. -şuralara bir şeyler karalamıştım, bir türlü istediğim şeyi söyleyemediğimden karalayıp attım-

iskenderiye' ye giden vapurun ikinci kamarasından elli dolara bir bilet aldım. sekiz temmuz sabahı haraket edecektik, ne var ki aklım başıma geldiğinde vapur çoktan iskenderiye' ye yanaşmış, kleopatra tüm turist kameralarının merceklerine girmişti. bodrum' da da başıma geldi bu, sancılı bir geceyi, sancılı bir kırk dört yılı tam geride bırakacağım sabah gene kendi vücuduma söz geçirememiş uyuya kalmıştım. oysa hayatım boyunca ilk kez bu kadar cani bakmıştım kendime, o ahşap merdivenli otelin yüz bilmem kaçıncı odasındaki aynalarda ilk kez bu kadar diri görmüştüm kendimi. karın kaslarımı sevmiştim.

ashaf abi' ye senden hiç olmadığın kadar kekremsice bahsettim, hiç acımadım sana. önümdeki tepeleme dolmuş küllüğe sigaraları da sana acımayışım gibi hunharca bastırıp, hunharca erittim dudaklarımda.

şimdi bir kadın ermeni sokağında diz çökmüş ulu orta ayıplıyor tanrısını. ne güzel, en azından uğruna dizlerini kırabilecek bir tanrısı var, diye düşünüyorum. yanından korkarak geçtiğim doğru, yarı çıplak omuzlarında parmak uçlarımı sabaha dek gezdirmek istediğim, aklıma isa' nın ayaklarını zeytinyağıyla yıkayan kadını düşürdüğü doğru. o kadın da tıpkı onun gibi soyuk bir deriye sahip olmalıydı, küfrü ağzında dört dönüp durmalıydı.

sarsak bir el tüm gece mektup sayfaları üstünde korkarak gezindi. sen aksırıklı sokak lambaları ardında peşi sıra mentollü sigaralar yaktın, ıslıklar çaldın dudaklarını büzüp. sana rastlamak için tüm antik kentlerin lahitleri işaretlendi,  hamam sokakları. fransız şairler şiirler yazdılar sana, bu gece durup kasvetsizce ıslığını dinlediler ara sokak tabelalarına sırtlarını dayayıp. ben dönüp durduğum yatağımdan bir çırpıda kalktım, deniz fenerlerinin ışıklarını yaktım, otoban çizgileri üstünden birkaç kat beyaz boya geçtim, içki şişeleri ayıkladım belediye sahillerinden ve şehrin tüm fırınlarına girip sabaha ekmek çıkardım.

9.08.2012

zavallı mattie



ortgies' te eylül çanları çalınca
üç kuru ıhlamurla kirlendi sokaklar
perişan hırkalarıyla devasa gözlü kadın adları 
birer birer intihar ettiler ağızlarındaki yalpak ıslıklarla