20.11.2012

üçlemeler -2-

üçlemeler -2-

1
sıkı yağan yağmurun ardından 
mazgallarda sokak çocukların gözyaşları birikti
boyacıların ellerinden akıp gitti tüm günahları

2
kasım ayının yirmisi geldi mi bu şehre
  -hayır beyim evimin duvarında takvim yok
-hayır akşam bültenlerini de izlemiyorum

3
neden yitirip duruyorum tüm sadakatimi
nedendir suya çıplak ayaklarla basmaya korkmam
denizin yokluğu içimi neden bu kadar kemiriyor

4
her gece on birden sonra boşalan kuru göl kıyılarında
dudaklarını çatlatana dek mızıkasına hüsran savuran
o iyi giyimli mızıkacı çocuk da benim

5
sonbahar geldiğinde neden düşüyor suratım
yoksa, güneye kaçıp giden leyleklerin yasını mı tutuyorum
neden bir türlü martin eden okuyamıyorum

6
ingiliz şairlerin şiirlerinde 
hep kendime rastlamaktan bıktım
bildiğim tüm ingiliz şair adlarını yerler vurdum

7
yeryüzünün gördüğü en yeteneksiz şair benim
ne beş kuruş kazandırdı bu şiirler bana ne de odamı istediğim renge boyamama yetti
şimdi bu küstah kabullenişime bir avuç dolusu alkış istiyoırum 

11.11.2012

ne kurtaracak bu gökyüzünü

workers returning home - 1913/1915 - edvard munch


bir kuru karanfil kaldı elimde
bir de bu ekim yağmurları 
hani ayazda kurumuş çocuk gözyaşları
avuçlarına öksürdüğüm şiirlerler
sabahsızlıklar 
dinsizlikler kaldı

bir kuru karanfil kaldı elimde
bir de bu ekim yağmurları 
kulaklarımda adımların
dilime yapıştırdığım mektup pulları
alnımda gezinen kaşıntılar kaldı

ne kurtaracak beni bu satır aralarından
ne kurutacak bu gökyüzünü
imanlı bir müslümanın göğe açılmış avuçları mı
yoksa şubatta gelecek karlar mı kurutacak

ankara için sevgi ve sefaletle



31.10.2012
Ankara

       Evet, hiçbir zaman diliminde tek bir şilep dahi geçmedi bu şehirden. Eli avucu kesik, günde bir paket sigaraya muhtaç Martin Eden dahi tek bir şiir dahi yazmadı bu şehre. Işığı, sarsak ağızlı miçoların gözlerinde kırılan bir deniz fenerinin gölgesinde büyümedi bu şehrin çocukları. Sen oldun olası şilep güvertesindeki ıslaklığa şiirler yazıp, bambaşka kadınların gözlerinin ta içine bakıp okuduysan, onlara ne!

       Madem ki, sen benim kadar müşkül değilsin, inanıyorsun yüce bir yaratana, o halde ne bu ali sırra kadem basmış küstahlığın? Ne bu kuru asfalt ve çatlak betondan başka bir şey kokmayan şehrin iç acıtan çığlıklarına kulak tıkayışın? 

       Göğün mavisini bilir misin? Hayır, o senin tependeki ucu bucağı neşeli maviden kat' iyen  bahsetmiyorum. Kuru mavi, diyorum. Sarsak mavi. Gözü kanlı gök mavisi. Ucuz tütünlere sarılmış sigara diplerinin acımtırak mavisi. Bilmezsin. Çocukluğun mazgal kenarlarında bozuk paralar toplarken geçmediyse bilemezsin. 

       Yoksa bu kentin hiçbir ressamca kullanılmamış renklere bürünüşünün günahı benim mi? Bu kentte doğacak çocukların daha doğmadan bastığı çığlıkların günahı benim mi? 

       Hiçbir sabah kelepir yalnızlık asıldı mı kasıklarına? Kuru şiirler, terk edilmiş esnaf lokantalarında boğazladı mı seni?