23.07.2012

gece üçlemesi

young girl on shore 1896 - edvard munch

yıldız masalı

pulsuz mektupların mı var bende yıldız
mektupların mı var

ne diye böyle parıldarsın 

alacağın mı var benden yıldız
alacakların mı var

ne diye böyle bakarsın bana
yağmur gibi
sonbahar gibi

gökyüzünün kucağında

midemi bulandırıyor gökyüzü
banka hesap özetleri 
posta çekleri gibi 

kumdaki ayak izi

buruk bir yaz günü
çıplak ayaklı türküler mırıldanırım sana
kirli enseleriyle pamuk toplayan 
renkli gözlü kadınlardan duyduğum masallar

tiktak

sokağa üşüşmüş üç gavur adamın sesi arasından nasıl oluyordu da saatin aksak sesini duyuyordum? zaman hangimizi çağırıyordu saliha, seni mi, beni mi yoksa eli ensesinde gezinen adamları mı? onlar da duyuyorlar mıydı o sesi? evet, üç gavur adamın yalpalayarak yürüdüğü o sokağın sesini. sen duyuyor muydun? kulaklarına bir kez olsun deniz kabuğu yerleştirmiş miydin? kulaklarına benim sesimi yerleştirmiş miydin? acıktığında guruldayan karnının sesini?

yusuf abi merak ediyor seni.


12.07.2012

boşalsa da dolayacak masalar ve yusuf abi 2

tam beş gece yusuf abi' den haber alamadık, alamadım. belki de tüm bi' birahane halkı unutmuştu onu ama, ben unutmadım. ayağımı her atışımda gözlerim telaşlıca onu aradı, bulamadım. belli ki bardaklarda aramıştı onu, lüzumundan fazla ukala duruyorlardı bu gece masalarda. bu durum canıma tak etti edecek.

neredesin abi? çelimsiz bir pansiyonda gözü kara heriflerce bıçaklandın da duymadık mı? nedir ha, nedir? yoksa şu meryem abla mı ayarttı seni? o gece feci gözlerle bakmıştı bana, hani seninle yeni tanışmış, birbirimizden zerre haz etmemiştik. gözü göz değil abi bu kadının, söyleyemedim ben sana. hem, sen de pulsuz balıklar gibi onun peşinden dolanıyordun, ne vardıysa!

sen yoksun diye meryem abla gençlerin masasına oturdu. ha, genç dediysem de benden yaşça büyükler elbet. ben çocuk gibi kalırım yanlarında ama, karar verdim ben de sakal bırakacağım!

ayyatzz, mı ne diyor bu adam. ne demek istiyor yusuf abi? kime sesleniyor? kaçıncı bardak bu, diye sordum, sormaz olaydım, kafama indi inecekti o bardak. neyse ki tahir abi var, kolluyor beni. ihtiyacım yok da değil, hem işime de geliyor. yok, kalkmayacağım bu masadan. öyle zıkkımın dibindeyiz ki, unuturum beş salise sonra. o unuttu zaten, az önceki gençten şikayetçi, had bilmez dangozun tekiymiş, onaneymiş ki kaçıncı bardak olduğundan, parasını kendi ödüyor, kendi kusuyormuş midesinden, kimeneymiş ulan, kimene!

ben de hak verdim ona, yirmi dakika boyu az önceki dangozu çekiştirdik, harbiden de ayıp etmişti. ama bak, ben öylemiy mişim, ne de güzel bir adam, ne de edepliymişim. doğru, edepliyim. bu birahanenin edepli peygamberiyim ben. isa' dan on kat daha edepli. bir zeytinyağı kalmış başımdan aşağı boşalmamış.

meryem dip bucak gezip, beleş votka-vişne kovalıyor. herkes yusuf abi mi! hem, ne oldu senin gençlere? belliydi zaten, ortaya patates almamalarından belliydi fakir fukaralıkları. ve işi bilmiyorlar diye kızgın meryem, hemencecik memesinden kutuverdiler kadının, ne lan o öyle!

ben ayağa kalkıp tüm birahaneye cendrars' dan bir şeyler okuma yanlısıyım. ama bunu yapsam ertesi günden tezi yok buradan içeri sokmazlar beni. bu durum beni kör zülfikarlar gibi ürkütüyor.

yusuf abi yok diye tuvaletler bile kilitli. edepsiz kullanmışlar, kızmış tahir abi, arızalı yazısını gören geri dönüyor. tüm birahanenin idrar kesesi patladı patlayacak, neyse ki birahanenin biraz ardında belediyenin yeşillendirme ümidiyle bir ton para saydığı yıpranmış bir bataklık var.

yan masamda dört kilolu adam gevrek çerezler gibi siyaset kırıyorlar ağızlarında.

yoldan geçenler budala afiyet olsun sözleriyle birkaç salisede olsa katıldılar tüm masalara. allah razı olsun, karşılığını alanlar biraz ürktü, biraz güldüler. tahir abi dışında hiçbirimiz bir halt anlamadık.

meryem kırmızı bir taksinin arka koltuğuna sessizce konup başını düşürerek gitti. hasta gözlerimle taksinin süzülüşünü izledim, adi bir kumaş parçası gibi sendeliyor, öksürüyordu. bu halde gideceği tek yer yusuf abi olsa diye düşündüm, onu mutlu edecek kadının meme uçlarındaki dudak izleriyle ilgilenmemeye gayret ederek.



8.07.2012

toz toprağa karışmış şehvetler

cupido 1907 - edvard munch

çiçekçi kızı ağzından öptüğüm restoran yıkılmış
toz toprağa karışmışsa bütün şehvetlerim
sarı bir dozer geçmişse yere akıttığın kanımın üstünden
kıskıvrak kurumuş nehir yataklarında
öksürüklü aksırıklı bir filme karışır
kalp atışlarımı yavaşlatırım
tutup tüm bildiğim ekşimiş mısraları ciğerlerimde