1.09.2014

Eylül Sokağı

                                                                 Paint by: Edvard Munch


Uyandığında saat gecenin üç buçuğunu beş geçmek üzereydi. Bitkin halde yanan mum ışığının yardımıyla yataktan kalkmadan hemen yanı başında duran kaset ve şiir kitaplarınca işgal edilmiş ahşap sehpanın üzerinde ellerini hafifçe sağa sola vurarak sigarasını aradı, kendisine çok gelen bi' zahmetten sonra sigarasına kavuştu ama, iş salt sigarayı bulmakla kalmıyor, kibriti de bulması gerekiyordu. Salt birkaç saniye, sarf edeceği çabanın kibriti bulmaya mı yoksa, sigarasını mum ateşinde yakmaya mı değeceğini düşündü. Kibriti bulmaya kalkışmak aslında bir risk ve zaman kaybıydı, mum için ise yataktan biraz kalkması yetecekti. Yataktan öyle ya da böyle kalkması gerekeceğini hatırladı, bunun er ya da geç olması hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. Kalktı, sigarasını ağzına götürüp başını hafifçe muma doğru uzattı, sigarasından derin bir nefes çekip dumanı ciğerlerinde dinlendirip geri saldı.

Yataktan yavaşça çıktı, daha uyuyalı birkaç saat olduğundan ne uykusunu alabilmiş ne de uykuya muhtaç bir haldeydi. Bu durum onun kişiliği ile de örtüşen bir şey olduğundan hiç de garip değildi. Hatta, ruhsal haliyle bedeninin bir noktada örtüşmesi hoşuna gitti. Nereden bakılırsa bakılsın  üç adımdan fazla atmadan balkon kapısına ulaştı, baykuşu çağrıştıran motifleri olan kırmızı perdeyi sola doğru çekti. Şimdi sokağı görebiliyordu; gecenin üç buçuğunu beşin geçmeye kalkıştığı anlara dair ne varsa sokaktaydı; rahatsız edici bir karanlık, daha çok rahatsız edici bir aydınlık -ki bu aydınlık ay' dan gelen yalancı bir ışıktı- sokağa hakimiyet kuruyordu. Sokağın ortasında yalpalayan birkaç sarhoş, birkaç sokak köpeği ve ziyadesiyle mide bulandıran kirli otomobillerden başka bir şey yoktu. Oysa, bu saatte sokaklarda sevgililer olsaydı ya? Elleri birbirlerinin bellerinde, hafif sarhoş naraları atarak yalpalayarak yürüselerdi ne olurdu? Hayır! Bu şehirde, hele bu saatte sokaklarda sevgililer olamazdı! Hele ki sarhoş? Asla! Sokağı izledikten sonra bu saatin ve bu günün dokunuşunu tatmak için balkon kapısını açtı, çıplak ayaklarıyla balkona çıktı, sigara külünü sokağa bıraktı.

Sokağın havası üç buçuktan beşin geçmeye kalkıştığı bir Eylül gününden ne beklenirse öyleydi; hafif ama, çok hafif, sanki; bir kadın dokunuşu gibi esen rüzgar, aynı oranda bir soğukluk vardı. Sokağın bir ucundan diğer ucuna dek hiçbir ses yoktu. Belki, zaman zaman birkaç köpeğin havlayışı ya da sarhoş naralarını saymazsa aslında, sokak da bu saatte aynı onun gibiydi. Şimdi sokağa çıksaydı, ona; ''Sen, benim canımsın, kanımsın! Aynı benim gibisin! Hatta, Azizsin, Azizimsin!'' diye sarılsa sokak onu kesinlikle geri çevirmezdi.