31.01.2013

julie' ye hoşça kal ve görüşürüz


                                                                                                                                 1960

   peki julie haklıydın, başlı başına bir delilikti bu. yani seni sevmeye kalkışmak. ama bir noktada ayrılıyoruz işte, o da şu; yaşamak kadar delilikti seni sevmek. seni bir çırpıda sahiplenmek. delilikti, tıpkı bir çırpıda hiç düşünmeden, zerre kelime oyunu yapmaya kalkışmadan yazmaya çalıştığım bu huysuz mektup gibi bir şeydi işte.

   lakin, hayata birkaç çalı parçasıyla tutunan ben için başlı başına bir delilikti bu. yani, susuz kentlerde yeşil bidonlarla gezmek gibiydi. bir hayal etsene kendini o şekilde, ellerinde yeşil bidonlarla su arıyorsun, milletin bir damla su ile yüzlerini yıkadığı bir yerde. güldüğünü hissedebiliyorum, ama komik sayılmaz bu, gülmeyi kessen iyi edersin. -sen bana aldırma gül-

   benimkisi sadece bir çıkış arayışı julie, yani şu iki odalı evimdeki oksijenin yüzde seksen beşini soluyan kitaplara bağlı kalmadan yaşama istediği. boyum kadar çocuğum olsun istemedim hiçbir zaman. ama boyumun on beş katı kadar kitaplarım olsun istedim, oldu ve pişmanım. boyum kadar çocuğum olsun isteseydim ve olsaydı, inan ondan da pişman olurdum. zerre umursamazdım bana benzeyen saçlarını, kuru dudaklarını ve ayak parmaklarını. tam aksine her sabah benden bir parça taşıyor diye daha da içerlenirdim ona. tıpkı her sabah içerlendiğim tanrı gibi içerlenirdim. pazarları ya da başka saçma bir gün kiliseye uğramıyorum diye başımı ağrıtan lanet olası, o kendi yokluğunda boğulmuş ve mecbur olduğundan tanrıya yalvaran papaza içerlendiğim gibi aynen!

   ama yoruluyor insan, tıpkı ben gibi yoruluyor işte! öyle yorgun ki bedenim, elbette mecazi bir yorgunluk bu. çünkü tam beş dakikadır kesintisiz bir şekilde yazıyorum sana. aslında şanslı bir kadınsın, bir herif -hele ki benim gibi sefalet düşkünü, lanet olası bir moruk- gecenin bilmem kaçında kalmış, sana bir tomar şey anlatmak için bocalıyor. -hem de zerre kelime oyunu kurmaya kalkmadan- aslında şu an için acıdım sana, yani seni bu yobaz mektubu okurken hayal ediyorum da, yerinde olmak istemezdim sanırım. -bundan eminim-

   benimkisi bir çıkış arayışı julie, ne denli inkar etsen de ‘’o kadın’’ sen olabilirdin, tanrıyı dahi sevdirebilirdin bana. -lanet olası bir kahkaha attığını biliyorum!- asla sahip olamayacağım şeyler üstüne yemin edebilirim sana. yahu, temiz bir gömlek arayışı içinde bulabilirdim kendimi, bunu yapacağıma çok inanmıştım, ta ki sen benim her zaman yaptığım bir şeyi, bana yapana dek.

   her neyse, aslında pek bir dağınık mektup olduğunun farkındayım. yani, senin doğmamış çocuğum hakkındaki düşüncelerimi, temiz bir gömlek arayışımı ve kelime oyunu yapmadığım tek kadın oluşunu umursamadığının farkındayım. yine de yazdım işte. aslında şunu demeye getiriyorum ki; bu mektubu nasıl sonlandıracağımı bilmiyorum! yani, hoşça kal yahut görüşürüz kelimelerinden hangisini kullanacağımı bilmiyorum. umursamıyormuş gibi gözükebilirim başka zaman, ama şu an öyle çok umursuyorum ki bu kelimeleri, belki ilk ve son kez. her neyse; hoşça kal ve görüşürüz!

not : mektubu yazıp, zarfa koyduktan sonra tanrı ile küçük bir husumet yaşadığımızı düşünüyorum. ben yine bir tomar içki içtikten sonra, birkaç söz söyledim o’ na. o da çok alınmış olacak ki lanet olası bir yağmur yağdırdı. hem de ben ilk kez bir gömleği yıkaşmış ve dışarı asmışken! her neyse, gömlek rüzgardan dolayı çamurun üstüne kapaklandı, alabildiğince çamura bulandı. o ise bunu bir kez daha yıkamak zorunda olduğumu sanıyor ama yanılıyor. o gömleği, o şekilde giyip kiliseye gideceğim yarın, bu büyük bir sürpriz olacak o’ na!

13.01.2013

suyun geri sayımı

sokak lambaları ansızın sönsün
ha bir iki
şehrin en kuzeyinde sigaralar yansın
ha alevleri gözlerimde bir iki
fahişeler kollarına sevda iliştirsin 
ha üç dört
en gözü kara olanınız radyodan utansın
ha bir iki

gök delinsin bütün bir yağmur
şangır şungur ayaklarıma düşsün 
bedenim kirli
bedenlerimiz kirli
topyekün korkuyoruz rüyalarımızdan
ha üç ha beş
sorun en yakın şehir saatlerine 
ölümümüze kaç kalmış
ha bir ha iki

11.01.2013

üçelemeler - müzikal veda

üçlemeler - müzikal veda

1
her köşe başında mutlak bir yalnızlık
neden dolanıyor kasıklarıma 
oysa ki sokaklar dopdolu

2
kor bir tren geçmesin beşinci istasyondan
içimdeki tüm yenikliği de yüklüyor raylara
hele ki camları buzul mavisi

3
ılık bir caz tınısı lazım bana
yoksa bu şehir yakamdan düşmeyecek
ne bakıyorsun louis üfle şu trampete

4
ben her gece uykumdan arınmaktan bıktım da
şu ecnebi kız küstah gözlerini
yere sermekten bıkmadı

5
sade bir gece yarısı 
adımı kazıdığım deniz feneri altında
dudaklarımı sappho' nun dudaklarında buldum

6
raylar can çekişirken
kulaklarımda hep bir mızıka armonisi
ölümümüze dört kaldı

güz zamanı sevmek

eye in eye 1894 - edvard munch



tüm sonbahar gecelerinin
hele ki yağmur yağdıktan sonrakilerin
huzurunu kaçıran bir gülüştü seninkisi
...
ne zaman kuskun bir siyah örse gece
içimde hep seninle kaçma isteği