19.11.2014

garip çarşamba



bir yaprak hışırtısı değiyor kalbime,
bir yaprak sanki öylece durup da bakıyor yüzüme...

            sabah sekiz otuz,
            dünden kalma büyük yağmurları eziyor adımlarım,
            aklımdan bir vapur geçiyor sanki,
                                                         kamarasında küçük kız çocuğu gülüşleri.

garip çarşamba...
gök bütün bir ekşi yudum gezinen boğazlarımda,
bütünüyle yalnız ve korkak bir garip çarşamba...

hani, uzansam önce sana değer ellerim,
sanki bir fazla uzansam göğü deler şiirlerim.

bir yaprak hışırtısı değiyor kalbime,
bir yaprak sanki öylece durup da bakıyor yüzüme...

            sabah sekiz otuz,
            bütün bir şehir ağır ağır uyanıyor,
            lambalar bile sönerken sokaklarında,
                                                         caddelere mızıkalarıyla doluşuıyor çingeneler.

aklımdan sen geçiyorsun,
turuncusunda uyuduğum saçların,
avuçlarına öksürdüğüm şiirlerim.

garip çarşamba...
boğazlarım bir başka ağrı bedenime
                                    bir başka yük,

oysa,
            aklımdan,
                            bedenimden,
bir tek sen geçsen,
bir yaprak hışırtısıyla irkilmesem?

8.11.2014

kırmızı şiir

buse esin için,

bir sonbahar değdi saçlarına,
büyük yağmurlarımda ıslandı yüzün
ve gülüşün hep parmaklarımda dolaşan…

                kasımdan rüzgarlar çaldım,
                hatta mısralar göl kıyılarından,
                dinle, bir sevda fısıldıyor ıslıklarım geceden...

şimdi sonbahar,
                bütün bir sevmek mevsimi;
                                                          seni,
yapraklarından öpmek mevsimi;
                                                      kalbini;
         kırmızı, kırmızı, kırmızı.                       

gökten ve denizden daha güzelsin.

3.11.2014

16.02


werther' e sevgi ve sefaletle...

-

çanlar çalıyor uzaklardan,
                her bir vuruşunda ölüm kokan,
                tunçtan yeşermiş çanlar…
ey sabahı kovalayan saatler;
                                               hangi ölüm şimdi beni boğazlayan?
lichtenstein radyolarında dolaşıyor parmaklarım,
                16.02. frekans,
                yağmur üç gündür dinmiyor,
                               sanki, bir kadın bakışı delip geçiyor yüreğimi,
                               sanki, bana bir şeyler hatırlatıyor;
                                                               izmir’ den, varşova’ dan…
hayır, hatırlamayacağım!
                               -bu kez kesmeyeceğim bileklerimi,
                                 kan kokmayacak yüzüm,
                                 ve bakışlarım kalmayacak tükürdüğüm aynalarda...-
lichtenstein radyosu; 16.02. frekans,
                şimdi akşam bültenleri,
                öncesinde beethoven çaldılar;
                benim 5. senfoni sandığım, 9. senfoniydi…
                hep mi yanılsar insan; kendinden eminken?
caddelerde bir telaş, bir suhal geceyi bölen,
                ve işte, limanda bir ceset yayılmış duruyor,
                marvo limanı; hep bir eksiktir kasım’ dan,
                cigara izleri dişlerinde işçilerinin.
marvo, mavi bir melodi düşürür aklıma,
                bir kadın dokunuşu; ensemde titrer,
                işte, ceset yayılmış duruyor bir sandal sırtında,
                ben, muhakkak balıkçıdır, diyorum, bakıp ellerindeki kesiklere.
ceset sırt vermiş sandallara,
                sanki, bana gülümsüyor,
                ölü bir adam gülüşünü neden üstüme alınıyorum?

‘’donk!!! donk!!!”
çanlar iki çaldı sabahtan,
gözlerim zehire bulandı,
lichtenstein radyosunda gene bir melodi yakamdan yakalıyor beni;
                düş yakamdan büyük yazığı o sonbaharın...
                düş, en hazin özlemlerle böldüğüm gece yarılarımdan...
                düş artık bileklerimdeki kırmızı kesitlerden...
yağmur…
                marvo’ da çıplak ve yabancıdır şimdi sonbaharın ortasında
                peki neden bana bir şeyler hatırlatma uğraşında?
                oysa, bir ilkbahar uğultusuyla kaçmadım mı yüzümden,
                               ve öpüşlerinden o mahur bakan kadınların?

“donk!!! donk!!! donk!!!”
çanlar üç çaldı geceden,
bir sonbahar çaldı,
                bir çıplak,
                bir yalnız
                               ve bir yabancıdır şimdi bakışlarım.
lichtenstein radyosu;
                               saat 05:13
                                               16.02. frekans
bir piyano koçertosu dönüyor kulaklarımda,
yağmur seslerine karışıyor bütün melodiler,
                sanki sokağı ıslatan parmakları;
                                               yüzü yabancı bir adamın.

“donk!!! donk!!! donk!!! donk!!!”
çanlar dört çalsa da,
                beş çaldılar geceden.
ben bir jilet tutuyorum şimdi bileklerimde,
küçük bir kesit bana gülümsüyor,
                kısık gözlerime kanıp aynalara tükürüyorum.
kan kokuyor yüzüm,
ellerim bir kan sabırsızlığında titriyor,
yağmura çevirip yüzümü üşüyorum…

                “donk!!! donk!!! donk!!! donk!!! donk!!!”

şimdi altı çalıyor çanlar geceden,
                                                     kanımdan.