Bir dakika evvel, elimde kalem
kağıt yokken, seninle konuşuyor, sana yazıyordum. Elimde kağıt kalem olmadan
yazı yazdığımı söylediğim halde senin karşımda olmadığını söyleyemedim. Şunu
bir şair yahut deli kafasının bir tuhaflığı say! Sen karşımdaydın. Bunu
söylemek güzel bir şey değil, değil ama galiba samimi. Bütün benim gibiler
sevgililerinin karşılarında imiş gibi olurlar; sürüden ayrılır mıyım?
Demin
sensiz, kalem kağıtsız, seninle ve kalem kağıtla gibi, oturup birçok şeyler
konuştum, yazdım. Bu yazdıklarımın, konuştuklarımın çoğunu beğenmiş olacağım
ki, kalktım. Kalem kağıt aradım. İşte, oturdum yazıyorum.
Senden
bahsetmek istemem. Zaten bahsedecek ne var ki? Hulâsası:
Ben
sana hayran, sen cama tırman!
Ne de
kendimden bahsetmek istiyorum. Ne senden, ne kendimden söz açmadan olur mu?
Olmayacağını tahmin edersin. Sana bu sıralarda başımdan geçenleri hikâye
edeceğim.
Birtakım
şeyler var ki, başkalarına anlatıldığı zaman onlar üstünde hiçbir tesir
bırakmıyor. Halbuki aynı şeyler, bende neler yapmamıştı?.. Evet, onlar mühim
şeylerdi. Nitekim karşımızdaki –yani o şeyleri anlattığım insanlar- bunların
dinlemeye ancak değer olduklarını bana ihsas etmişlerdi. Ne edeyim? Sanki
bunları sana anlatırsam bana yaptıkları tesiri sana da yapacaklar. İşte, bu
yüzden sana anlatmağa kalkışıyorum.
Bunlar
benim yazıcılık hayatıma, bugünlerde serserileşen hayatıma ait ufak tefek
şeyler. Senin, sevgilim, yazıcıları eskiden sever gibi bir halin vardı. Benimle
sıkı fıkı olunca bu geçti gitti. İyi de oldu. “Hepsi böyledir bunların” dersin.
Böyle olmasak, neye yarar! Senin patronun, yani sevgilin güzel heriften ne
farkımız olurdu? Yanlış anlama! Ben sana insanları sevdiğimi hem söyledim, hem
yazdım. Bu insanları sevmek sözü hayali bir şey değildir ama galiba biraz
nazari… Yoksa öyle insanlar var ki, kafasından tutup koparmak aklımdan geçmese
bile, başka bir insanın aklından geçerse, bunu da yaparsa, ben nihayet bir
yazıcıdan başka bir şey olmadığım için mazur görürüm. Yine öyleleri var ki,
yanlarına sokulmak zehirlenmekle eşittir. Öyle insanlar tanıdım ki son
günlerde… Allah seni korusun!
Bir
türlü asıl anlatmak istediklerime gelemiyorum, hakkım da var. Hakikatten fazla
ilgi uyandırıcı şeyler değil… Şöyle bakıyorum da… İnsanların başından
geçenlerin, hele benim gibi saf olanlarının… Bu saf kelimesini emin ol ki, bir
övünme için söylemiyorum. Övünsem, hem senin karşında övünmek istesem, bu
içinde aptallığın, temizliğin bağdaştığı “Saf” kelimesini kullanmazdım. Hem
zeki, hem temiz bir adamım, derdim. Ne kaybederdim? Doğru söylemek için
kendime, saf, dedim. Saf mı, değil mi? Sen bunu pekâlâ bilirsin. Ara sıra
kurnazlıklarım olduysa da bunları sana daha yakın olmak için yaptığımın farkına
varmamana imkân yok. Onları anlatmamı istemezsin elbet… İstersen anlatayım?
Yukarıda ne diyordum: Hele benim gibi saf olanlarının… deyip kalmışım. Unuttum
gitti. Mühim bir şey değildi.
Şu
yukarıdaki satırları yazdıktan sonra, bir zaman elimdeki kağıdı bırakıp, yine
yazmadan düşünmeğe koyuldum. Bu iş, düşünmek işi, bana şu yazı yazmak işinden
daha kolay geliyor.
İnsan
düşünürken güzel cümleler yapıyor, ne iyi fikirler hatırına geliyor, ne
meseleler hallediyor. Bazen cümle yapmadan düşünüyorum. Bazen cümle yapıyorum.
Bu cümleler tam benim istediğim, yazmağa savaştığım şeyler. Halbuki,
düşündükten sonra yazmağa koyulduğum zaman aynı cümleleri, yani o zaman
beğendiğim cümleleri, hatırlamıyorum bile… Yazmanın çok enstantane bir düşünce
olduğunu biliyorum. Onu söylemek istemedim. Farzet ki, bir kırdasın. Cebinde kalem
kağıdın yok. Yazı yazmayı kurmuşsun. Eve gidince şöyle bir şey yazayım demiş,
düşünmeye dalmışsın. İşte bu anları kastediyorum.
Galiba
düşünürken bir şekil vermeye çalışmak yok da, onun için düşündüğümüz, yazar
gibi düşündüğümüz şeyler bize güzel geliyor. Yoksa hakikatte de güzel değildir
onlar. Çünkü şeklin bulunmadığı yerde, bütün düşünceler, sanki şekil varmış
gibi, -önceden, çok önceden varmış gibi- bir başka dünyadadır. O dünyada
kelimelerin, cümlelerin ne grameri, ne de bu gramer içinde muhtevaları vardır.
Çırılçıplak, mücerrette, insana güzel gibi gelen, foyasını ancak gözle görülür
şeklin içinde belli eden bir alemdedirler.
Neler
söyleniyorsun deme, ne olur? Sana şunu kabul ettirmeğe çalışıyorum. Yazı yazmak
da fiziki bir yorgunluk veriyor. Yalnız kafam değil, onu geç, bak kolum da
yoruldu. Bana çalışmıyorsun diye kızma! Bak marangozun bir konsol yaptığı zaman
duyduğu yorgunluğu duymadımsa alçağım! Demek ki çalışıyorum. Memnun musun?
Sana
bahsetmek istediğim şeylerin hiç birinden söz açamadığım için beni affet!
Yazıya başlarken aklıma gelen hikâyeleri unutmazsam bir gün sana yazar,
başkalarına okuturum.
Mektubun
sonunda bir yerinden öpmek âdetini ben de unutmuyorum.
Hep
getirip getirip işi buraya dökmek için çalıştım.