Translate

19.03.2012

balık pulları

sessiz sedasız güvertesinde sallandığım fakir fukara uğuldayan o şilebi aklımdan çıkartamıyorum. biz iki uykusuz kamarot her gün sabaha karşı üç civarlarında bizim şilebin kıçına ürkek adımlarla yürüyüp, sessiz kadın isimleri fısıldıyorduk titrek mavi sulara. sami çoğu kez bilmem kaç bin metre ötesinden geçtiğimiz bir şehrin hayalini kuruyordu, istanbul' a ayak bastığımız ilk gün o şehirlerin küskün tavernalarında veryansın ettiğini anlatacağından zerre şüphe duymuyordum. aslında, sami bunları anlatmakta yerden göğe dek haklıydı. öyle ki, o şehirlerin tüm tavernalarında, tüm asma kilitlerle örtülmüş korkak kepenkleri altında sabahı bulmuştuk nice seneler boyu. ve her seferinde de farklı bir dil konuşan, yanağında farklı bir tebessüm barından kadınlar olurdu yanımızda. bizim kamarot az ilgi görmeyiversin hemen tüm yelkenleri suya indirir, sırılsıklam tutunurdu kadınlara. çok değil, aradan yirmi beş dakika geçmeden de ağzı yüzü kururdu sıkkınlıktan. ben alışmıştım buna, zor olmuştu ama alışmıştım. hatta bir zaman ''be kamarot, nasıl olur da bu denli çabuk sıkılıverirsin şu kadınlardan?'' demiştim de, lodosta kuruttuğu dudaklarını bükerek ''bilmiyorum, sadece sıkılmak istiyorum.'' demişti de bunun üstüne bir şişe rom savurmuştuk boğazımızdan aşağıya. deliksiz uyumayı başardığım seyrek gecelerinden birisinde sami yanımda belirivermiş, konuşmak istediğini söylemişti. şu bizim yahudi müşterilerden birisini anlatıyordu sanırım, üç beş müşterimiz vardı o zamanlar, dördü yahudiydi. efendim, sami kadının durup durup kendi tanrısını övmesinden fevkalade rahatsız olmuş ve o kadının tanrısının kendi rüyasına girmesinden korktuğunu söylemişti bana. bakmayın siz o hergelenin bundan ürktüğüne, eminim o gece tanrıyı rüyasında görebilecek olmanın heyecanı ile uykusu kaçmıştır. dostlar, keşke şu anlatma yeteneğim önünüze sessizce tabak bırakabilme yeteneğimle eşdeğer olsaydı, işte o zaman ne çok severdiniz ben ve sami' yi...